Bu noktada devlet ile birey ilişkilerinin sosyal boyutu ortaya konmaktadır. Çalışma kavramının bir hak olarak kabul edilmesi beraberinde devlete bir takım yükümlülükler getirmektedir. Bu yükümlülüklerin uygulamadaki somut yansımaları, devletin uygulayacağı istihdam politikalarını ortaya çıkarmaktadır.
İşsizlik sorunu karşısında benimsenen yaklaşım ve politikaların bir ucunda, bu sorunun çözümünü ekonomik gelişmeye bırakan liberal yaklaşımlar yer alırken, diğer ucunda ise bu sorunu toplumsal bir sorun olarak kabul ederek istihdam politikalarına öncelik veren yaklaşımlar bulunmaktadır.
İşsizlik sorunuyla mücadele konusunda en etkili ve bilinen yöntem ekonomik büyümenin sağlanmasıdır. Ekonomide üretim ve yatırım alanlarının artması istihdam alanlarının da genişleyerek işsizlik sorununun azalmasına yol açar. Ancak ekonomik büyüme işgücü piyasasının bu sorununu çözmede tek başına da yeterli değildir. Aynı zamanda işsizliğin türüne göre bu sorundan en fazla etkilenen gruplara yönelik bazı istihdam politikalarının da uygulanması gerekmektedir. Nitekim ekonomik büyüme, aynı zamanda ileri düzeyde uzmanlaşma ve verimlilik artışını da beraberinde getireceğinden bazen işsizlik sorununun artışına da neden olabilir. İşte bu noktada devletin ekonomiye müdahale ederek korumacı bir tavır takınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Buradaki korumadan kasıt ise piyasanın işleyişine yapılacak olan doğrudan müdahalelerden ziyade, elde edilen toplam hasılanın adaletli dağıtımının sağlanması, toplumsal dayanışma ve kuşaklar arası eşitliği ifade eden sosyal güvenlik sistemini oturtmasını ifade etmektedir. Küreselleşme olgusu ile birlikte literatürde kendine sağlam bir yer edinen "rekabet edebilirlik" ve "işgücü piyasalarında esneklik" kavramları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde acımasız sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Teknolojik gelişmeler ve işgücü verimliliğindeki artışlar nedeni ile bu ülkelerde, toplam çalışabilir nüfusun ancak %50'sinin istihdama katıldığı, buna rağmen işsizlik oranlarının %10-15 seviyelerinden aşağı inmediği gözlenmektedir. Bunun nedeni ise, az önce sözü edilen neo-klasik iktisadi teoremin uzantısı olan küreselleşme olgusu ile serbestleşen ticaret sonucu tüm dünya ticaretinin %80'inden fazlasını elinde tutan çokuluslu işletmelerin rolüdür. Artık ulus devletin koruyucu rolü kıskaç altına alınmıştır ve birçok ülke ürettiğinden fazlasını tüketmekle meşguldür.
Dünyadaki kural rekabet edebilmektir. Bunun yolu ise kaliteli malı ucuza üretebilmektir. Ancak can alıcı konu da tam burada devreye girmektedir. İşgücünün ve hammaddenin ucuz bölgelere ulaşma kabiliyetine sahip, sermaye birikimi yüksek olduğu için finansal dalgalanmalardan etkilenmeyen, güçlü bir lojistik ağı bulunan, merkezinin hangi ülkede olduğunu birçok üst düzey yöneticisinin dahi bilmediği çok merkezli bu devler karşısında, küçük şirketler pazara girememekte, pastadan alınan paya ortak olamamaktadırlar. Ayrıca artık ulus devlet de kendi ulusal sermaye birikimini oluşturabilmek için iç piyasa aktörlerini koruyamamaktadır; çünkü uluslararası örgütler aracılığıyla yapılan ticaret antlaşmaları müsaade etmemektedir. Sonuç ise, gelişmekte olan ülkelerde işletmelerin kapanması ve işsizlik sorununun katlanarak büyümesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak mevcut düzenin kendi sağlam temellerini attığı ve terazinin de dengeye gelmesinin zorlaştığı bir dönem yaşamaktayız. Öngörülür bir gelecekte de durumun çok da fazla değişmeyeceği söylenebilir. Bu senaryo içinde ise devlet kurumuna düşen görev, toplumsal birliğin sağlanması adına gereken asgari önlemleri almak olmalıdır. Türkiye'de resmi işsizlik oranları %11-12 civarında ve istihdama katılım oranı da %50'lerde olduğu sürece ekonominin rekabet edebilir bir düzeye gelmesi güç görünmektedir. Ekonominin içeride kendini besleyebilmesi ve huzurun sağlanması için bir takım aktif istihdam politikalarına ihtiyaç vardır. Zira işsizliğin olumsuz sonuçlarının ortaya çıkardığı yaraları sarmaya yönelik telafi edici politikalar oldukça gerekli olmakla birlikte hem çok büyük kaynak gerektirmekte hem de işsizlik oranlarının düşmesine destek olamamaktadır. İşte bu yüzden, ekonomik yapının ve üretim ilişkilerinin analiz edilerek, kişilere planlı bir mesleki eğitim verilmesi, işsiz kalanlara iş bulma danışmanlığının aktif bir biçimde sağlanması ve istihdam yaratıcı etkisi olan sektörlerle özel olarak ilgilenilmesi gibi konularda devlete çok iş düşmektedir. Türkiye'nin diğer birçok gelişmekte olan ülke gibi üstesinden gelmesi gereken en öncelikli alanlardan biri işsizlik sorunudur. Çünkü bu sorun aşılmadan ekonomik anlamda reformist atılımların gerçekleşmesi de muhtemel değildir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder